Beyaz Deniz
Yıl 1944... Çocukluk adası Barroy’e geri dönen Ingrid, artık sadece onu ağırlayan bu ıssız kara parçasında denizin ve gözyüzünün güçlerine kafa tutup kışa hazırlanıyor; ağları seriyor, çitleri onarıyor, denizi ve kuşları gözlüyor. Her karışını tanıdığını sandığı Barrøy’ü bu kez genç bir kadının algısıyla yeniden anlamlandırırken kara kış onu yalnızlıkla, korkularıyla ve beklenmedik bir aşkla sınıyor.
Norveç’in yaşayan en önemli yazarlarından Roy Jacobsen, büyük bir beğeni kazanan Görülmeyenler’in devamı niteliğindeki Beyaz Deniz’de tabloyu daha da büyütüyor ve ülkenin kuzeyindeki küçük bir adada yaşayan Barroy ailesinin hikâyesini İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına taşıyor.
Ödüllü yazar Jacobsen’in içe işleyen yalın anlatımı, okurunu yine ustalıkla ve incelikle sarsıyor.
Ingrid doğduğundan beri aramıştı, böğürtlenleri, yumurtaları, kuş tüylerini, balıkları, deniz kabuklarını, ağa asılacak taşları, koyunları, çiçekleri, tahtaları, pirinci... bir adalının kafası ve elleri neyle uğraşırsa uğraşsın gözleri durmadan arar; adaların, denizin üzerinde dolaşan huzursuz bakışlar en ufak bir değişiklik görünce oraya çivilenir, en önemsiz işaretleri algılar, ilkbaharı daha gelmeden görür, karları daha girinti çıkıntıları beyaza boyamadan tanır, hayvanları ölmeden, çocukları düşmeden önce fark eder, beyaz kanat yığınları altındaki denizde görünmez balıkları görür. Adalıların çarpan yürekleri gözleridir.