Ekrem İnözü
1950 yılında İstanbul'da doğdu. Deniz, doğa ve hürriyet aşığı İnözü'nün annesi ve babası coğrafya öğretmeniydi. Babası öğretmenlik görevini deniz
subayı olarak yaptı. Dolayısıyla, gezme ve görmeye meraklı olmasının nedeni,
coğrafyanın evlerinde ana konu olmasından kaynaklanıyor olabilir.
O zaman Galatasaray Lisesi'ne, ilkokulu olan
Ortaköy'de okuyarak başladı. Lise yıllarına geldiğinde, önce Beyoğlu'nda, sonra
Heybeliada'da yine denizle iç içe bir yaşam sürdü; taa ki Belçika'ya
yüksek otelcilik okuluna gidene kadar. Belçika'da diplomasını aldıktan
sonra, gezilerinde çok faydası olan lisan öğrenimlerine ağırlık verdi. Berlin'de
Goethe İnstitut'e giderek Almanca ile başlayan İnözü, arkasından İngiltere'ye giderek biraz bildiği İngilizce'yi ilerletti.
Sonrasında, Belçika'da gittiği yüksek otelcilik okulunda birinci yabancı
dil olarak İspanyolca aldı ve ardından da Belçika'daki ilk işinde gece
mesaisi yapıp üniversite kurslarında Flemenkçe öğrendi.
"Bir gün babam, Kâğıthâne'de yaptırdığı 3,5 metrelik sandalın adaya geldiğini ve gidip görebileceğimizi söyleyene kadar, tekne lafı benim için ancak yüzerken yanına gidip tutunduğumuz, ulaşılmaz bir kavramdı. Babacığım, beyaz bahriyeli binbaşı üniforması ve şapkasıyla küreklere asılıyordu ama biraz şişmanca olan annem ve ben, tekneye ucu ucuna sığabiliyorduk. Yanımızdan geçen 50 beygirlik dıştan takma Johnsson'lar, Evinrude'lar da fiyakamızı biraz bozuyordu.
Neyse, bir zaman sonra 5,5 beygir Seagull bir balıkçı motoru alındı. Sonra 3,5 metrelik tekne satılıp yerine 5,5 metre bir sandal gelince o zaman plaj sefaları, piknikler ve balık tutmanın keyfi çıkmaya başladı. Bu tekne ile Adalar, Suadiye, Bostancı, Maltepe ve Kartal'ın her yerini geziyorduk. Akşam üstüne kaldığımız zaman çıkan eşek poyrazı bizi biraz ıslatıyordu ama yine de herkesin keyfi yerinde idi. Balık tutmak ve bazen tutulan balığı 10-15 aileye dağıtmak da ayrı bir keyifti. Kolyos, uskumru ve istavrit çapari ile yakalanırken; mercan Heybeliada sanatoryumu açıklarında işaretli yerlerimizde, kırlangıç ve hani balığı Büyükada İskelesi'nin açıklarında, karagöz ise Yassıada açıklarında tutulurdu. Yassıada'nın yasak bölge ilan edilmesinden sonra balık çok bollaşmıştı. Tabii sonra dinamitler ve troller balığın soyunu kuruttu. Kaşıkla tutulan zargana, lüfer, ara sıra takılan dülger balığı hâlâ hatırımda. Dülger balığını ayıklaması ve pişirmesi zor olduğundan, Ermeni madama verilir, o da bu balığı nefis bir şekilde hazırlayıp bir parçasını bize gönderirdi. Sonraları babam, deniz lisesi ve harp okulu limanlarında durması başına dert olan tekneyi, plajın bir tarafını parsellemiş olan Ahmet Reis'e teslim etti, birkaç yaz sonra da sattı. Sattı ama dediğim gibi deniz, benim içime işlemişti " diye anlatıyor deniz sevdasını İnözü.
"Bir gün babam, Kâğıthâne'de yaptırdığı 3,5 metrelik sandalın adaya geldiğini ve gidip görebileceğimizi söyleyene kadar, tekne lafı benim için ancak yüzerken yanına gidip tutunduğumuz, ulaşılmaz bir kavramdı. Babacığım, beyaz bahriyeli binbaşı üniforması ve şapkasıyla küreklere asılıyordu ama biraz şişmanca olan annem ve ben, tekneye ucu ucuna sığabiliyorduk. Yanımızdan geçen 50 beygirlik dıştan takma Johnsson'lar, Evinrude'lar da fiyakamızı biraz bozuyordu.
Neyse, bir zaman sonra 5,5 beygir Seagull bir balıkçı motoru alındı. Sonra 3,5 metrelik tekne satılıp yerine 5,5 metre bir sandal gelince o zaman plaj sefaları, piknikler ve balık tutmanın keyfi çıkmaya başladı. Bu tekne ile Adalar, Suadiye, Bostancı, Maltepe ve Kartal'ın her yerini geziyorduk. Akşam üstüne kaldığımız zaman çıkan eşek poyrazı bizi biraz ıslatıyordu ama yine de herkesin keyfi yerinde idi. Balık tutmak ve bazen tutulan balığı 10-15 aileye dağıtmak da ayrı bir keyifti. Kolyos, uskumru ve istavrit çapari ile yakalanırken; mercan Heybeliada sanatoryumu açıklarında işaretli yerlerimizde, kırlangıç ve hani balığı Büyükada İskelesi'nin açıklarında, karagöz ise Yassıada açıklarında tutulurdu. Yassıada'nın yasak bölge ilan edilmesinden sonra balık çok bollaşmıştı. Tabii sonra dinamitler ve troller balığın soyunu kuruttu. Kaşıkla tutulan zargana, lüfer, ara sıra takılan dülger balığı hâlâ hatırımda. Dülger balığını ayıklaması ve pişirmesi zor olduğundan, Ermeni madama verilir, o da bu balığı nefis bir şekilde hazırlayıp bir parçasını bize gönderirdi. Sonraları babam, deniz lisesi ve harp okulu limanlarında durması başına dert olan tekneyi, plajın bir tarafını parsellemiş olan Ahmet Reis'e teslim etti, birkaç yaz sonra da sattı. Sattı ama dediğim gibi deniz, benim içime işlemişti " diye anlatıyor deniz sevdasını İnözü.
Kendi işini kurduktan sonraki yılları, hep işini düşünmekle geçen yazar, fabrikasını satıp iş yaşantısını sonlandırınca, karadan denizi değil denizden karayı seyretmeye
karar verdi. Ardından bu tekneyle ile dünya seyahatine çıkıp anılarını Dünya Varmış adlı kitabında yayınladı.